#hayaller

LIVE

                                                                    Hayallerde Yaşamak


Bu yıl bütün dünya için bir kabus oldu. Tabi ki bazıları için hayat her zaman ki gibi güzeldi. Onlardan bahsetmek istemiyorum artık. Artık sadece kendimden bahsetmek istiyorum. Benim için hayat ters şeritten gitmeye benziyordu. Her şey yanlıştı. Frene basıp etrafa baktığımda ne bir tabela vardı nede bir yol çizgisi. Gidiyordum, lakin nereye gittiğimi hiç bilmiyordum. Sadece kırmızı ve yeşil ışıklar arada kendini gösterirken bense bir renk körüydüm. Bunu biliyordum. Hep yanlış baktığımı ya da yanlış yerlere baktığımı biliyor ve kaza üstüne kaza yapıyordum. Çalışmanın verdiği yorgunluk, kapitalizmin verdiği geçinmek kaygısıyla insan birde aşık oluyordu ya da olmak istiyordu. Aşk bir hipermetropluk haliydi. Yakınlar öyle bulanık, uzaklar çok güzeldi. İnsan en çok kendine yenik, insan en çok kendine rakip.

Hayat bir buçuk yıldır sadece çalışmakla geçiyordu. Tanımadığım insanlara hizmet etmek, tanıdığım birine çalışmak, tanımadığım birinden bahşiş, tanıdığım birinden tanınmamak. Bir şeyler daha öğreniyor ve kafam artık bir başka çalışıyor. Yazmak kendim için bir meditasyon ve bir ibadet şekliydi. Ben vardım sadece. Ben ne diyorsam oydu. Ben nasıl hissediyorsam ve ben nasıl istiyorsam oydu yazmak. Bütün hataları düzeltebilirdim ve bütün yalanları silebilirdim yazarak. İstediğim hayatları düzeltebilirdim, kendi hayatım dışında. İmkansızlıklara karşı duyulan o büyük istek, o büyük özlemler içinde yanıp tutuşuyordum. Hayatın bana vermedikleriyle yaşamaya çalışıyordum. Güneşli bir gündü ama soğuktu İstanbul. Zaten İstanbul hep soğuktur, insanlar yüzünden. Ruhunuza bir kazak giymeniz gerekir yoksa çok üşütür insanlar. İstanbul bir hipotermidir, hazırlıklı olmak gerekir.

İçimi sadece içime dökebiliyordum. Her şeyin nasıl tepetaklak olduğunu her şeyin aslında nerede başladığını düşünüyorum. Şimdi aklıma geliyor ki daha çocukken bile böyleymişim. Hafızamın bana verdiği o derin acıyla yüzleşirken buluyorum kendimi. Sekiz yaşımdayım ve okula gidiyorum. Beş kilometre yürüyüp okula varıyordum. Sanırım her şey o yolda başladı. Kendi içime doğru yolculuk yapıyor, her gün kendime beş kilometre yaklaşıyordum. Solumda yürüyen o çocuğa soru soruyor, sağımda yürüyen çocuğa cevap veriyordum. Bir ben yürümüyordum o yolda. Biz tek başımıza yürüyorduk.

Sanki hep tek başıma yürümüştüm. Bugün bile böyleydi durum. Alt tarafı tekele akşam nevalesini almaya giderken sabah kahvaltısını birayla yapmıştım. Yüzümde bir maske deliliğimi örterken, canım benden uzaktı. Canım benden çekingen. Canım yol boyunca benle değildi. Canım bir başkasında, canımın canı bir başkasında. Sevişmek öyle sancılıydı. Sonrasını düşünen ne kadar da azıcıktı. Sabahlara kadar süren muhabbetin yerini ne tutabilirdi ya da ölümün gerçekliğini hangi orgazm unutturabilirdi?

Sallanmaya başlamıştım. Bir deprem vuruyordu İzmir’i. Vuruyor, vuruyor, vuruyordu. Lakin bazılarımızı hiç etkilemiyordu. Enkazların altından çıkarken güzellikler su vermek istiyordum, su verilmesini istiyordum bütün enkazlara ve bütün yeşilliklere. Ben en çok bana hasrettim bunu daha yeni çözüyorum. Ben en çok benden korkuyorum bunu daha yeni çözüyorum. Hayatın hiç düzelmemesinden hiçbir zaman olamamaktan, seni bulamamaktan korkuyorum.

Hayat böyleydi işte. Bir virüs dolanıyordu ortalıkta. Hadi bulaştırsana bana hastalığını. Hadi korkmuyorum senden, korkmuyordum senden gelecek bütün acılardan.  Hiç bir şey yapamamak ellerin sadece tepsiler taşıyıp dudakların sadece afiyet olsun dediği anlardan sıyrılıp gelmek istiyordum sana. Gelmeni istiyordum bana. Korkma canım korkma. Ne gecelerin aydınlığına birlikte varacak, ne kurt adamlar boğacağız seninle. Gümüş kurşunlar dolduracağız gecenin karanlığında ve birer, birer ateşleyeceğiz dolunayın ışığında. Senaryolar içinde baş roller olacağız ve mutlu sonla bitecek bütün hikayelerimiz.

İçimde bir utanç büyüyor sonraları. Ben kimim diye bağırıyor ruhum. BEN KİMİM! Nereye gidiyordu bacaklarım. Hangi boş limanlara demir atıyordu denizcilerim. Bilemiyordum. Sanki bütün soruların en zoru önümdeydi. X’in ve Y’nin yerini bulamamış bir türlü oturtturamamıştım denklemi.  O bana ait değildi. Zaten kimse bana ait olmamıştı. Göğsüme çekilen colt’tan çıkan bir kurşun kadar kusursuzca, herkesin ve her şeyin elimden öyle kolay alındığı ve alınacağı gerçeğiyle yüz yüzeydim. Uzun zaman sonra bir kez daha büyüyordum.

O yoktu. Aslında hiç de olmamıştı. Bir kuytu bulmak istiyordum. Sanırım daha çok bir dağ başı. Kimse bulamayacaktı bizi, kimseler göremeyecekti. Bir yudumdan sonra gelen bir ekmek, bir dumandan sonra gelen bir tatlı isteğiyle, dağın başında gökyüzüne dönüp yıldızlar arasında el ele vermiş, yürek yüreğe vermiş bir şekilde küfredecektik saman yoluna. Şimdi gidiyordum sensiz başka şehirlere. Sensiz kalmanın verdiği acıyla alıyordum biletimi. Koltuk numarasına ve kalkış saatine ismini vermişlerdi. Yolların bir anlamı başlayacaktı artık. Seni arayacaktım. Seni bulacaktım o yolun sonunda. Evimize dönecek ve sofralar kuracaktık. Kadehler dolacak bardağın buhusu sen olacaktın. Duvarlar saçların kokacak biblolar ellerinden kopacaktı. Çiçekler sen geldin diye büyüyecek, kedim sen geldin diye çizmeyecekti. Hadi rüyalarım göster geleceğimi. Göster ki kolay olsun yolculuğum. Unutmak? Ben kendimi unuttum gerisi artık çok kolay.

Sonra durdum. Bunların hepsi bir hayaldi…

Sen kafamda kurduğum bir hayaldin.

                                                                                                                                                       Bulut İçin

                                                                                                                                                      Kasım 2020.

Bir şair büyüyor içimde seninle beraber…

Baba, gitme.

Gitmeseydin seni
başkalarında aramazdım.

Sevdiğim adamlara kocaman
anlamlar yüklemek zorunda
kalmazdım.

Korkularımdan kaçmazdım.

Senin korkusuz, gururlu ve
asil kızın olarak kalırdım.

Bana bir masal bile
anlatmadın baba.
Ben bu yüzden hayatım boyunca
hiç hayal kuramadım.

Koğuşta geceleyin üst devreleri ve komutanları tarafından çırılçıplak soyunmaları emredilen ve saatl

Koğuşta geceleyin üst devreleri ve komutanları tarafından çırılçıplak soyunmaları emredilen ve saatlerce yerlerde eğitim adı altında süründürülen zorunlu askerler


Post link

Dünleri unutur, mesafeleri aşar, seni de elbet öperim.

loading