#psikoloji

LIVE
19.02.20 / Hi! Sitting in my favorite coffee shop with a misto for 8 hours. You know, that means the

19.02.20 / Hi! Sitting in my favorite coffee shop with a misto for 8 hours. You know, that means the spring term has starting…

Today was the first day of my Neuropsychology class. I am so happy and excited about the lesson. This term will be obviously great, no ifs or buts.


Post link

16.02.20 / Back to the reality!

Today, I returned the Istanbul and I don’t know how can I tell you how much I miss this city in 3 weeks. I am so happy to be here and back to my studies. I don’t know if I am tell you or not but I am a work-lover person. Tomorrow, the second half of the 3rd year will begin. I am so excited because in this term I will take a lesson which is Neuropsychology. And I will take it from my one of the favorite professors at my university. My favorite lesson from my favorite professor! What can I ask for more?

Now, I am in my favorite Starbucks. I am planning next week, reading my book and enjoying my coffee✨☕️

 Var olan tek fobi kendini bilme fobisidir.Kim olduğumuz her daim ziyadesiyle gözümüzü korkutur. Ada

Var olan tek fobi kendini bilme fobisidir.Kim olduğumuz her daim ziyadesiyle gözümüzü korkutur.


Adam Phillips / Kaçırdıklarımız


Post link

Cehennemde ateş olmasına sevinmeliyiz, çünkü bu ateşin verdiği bedensel acıyla ruhların acısını bir an olsun unutabilirler.

Kırık Cam Teorisi

Yıllar öncesi. Öğrenciyim. Hava sıcak ve yorgunum. Az sonra bineceğim otobüste de oturamayacağım kesin. Bari beklerken dinleneyim diye duraktaki banka oturmaya niyetlendim. Ama garip ki, benden önce oturanlar oturak yerine ayaklarını koymuşlar, bankın arkalığını da oturmak için kullanmışlardı.

Gençler öyle otururdu o zamanlar. (Herkes gibi otururlarsa, yaşlı sanılmaktan mı korkarlardı?) “Böyle gelmiş, böyle gider”di. Ben de onlar gibi oturmak zorunda kaldım. Ayakkabılarımı oturak yerine koydum, koltuğun arkalığının daracık ucuna yerleştim. Çok geçmedi ki banka benim gibi oturamayacak yaşlı teyze, benden önce banka benim gibi oturan gençlerin hepsinin hesabını bana sordu. İyice bir fırça yedim. Ben o azarı hak etmemiştim ama o haklıydı. Sustum.

Meğer ben o koltuğa oturmadan yıllar önce, ABD’de bir araştırmacı, o teyzeye karşı yaşadığım acı mahcubiyetin hesabını yapmışmış. Şimdi haberim oldu. “Kırık Cam Teorisi” hesabıymış bu.

Anlatıldığı kadarıyla: “Kırık Cam Teorisi” ABD’li suç psikoloğu Philip Zimbardo’nun 1969’da yaptığı bir deneyden ilham alınarak geliştirilmiş.

Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerine birer 1959 model otomobil bıraktı. Araçların plakası yoktu, kaputları aralıktı. Olup bitenleri gizli kamerayla izledi. Bronx’taki otomobil üç gün içinde baştan aşağıya yağmalandı. Diğerine ise bir hafta boyunca kimse dokunmadı. Ardından Zimbardo ile iki öğrencisi, sağlam kalan otomobilin yanına gidip çekiçle kelebek camını kırdılar. Daha ilk darbe indirilmişti ki çevredeki insanlar (yani zengin beyazlar) da olaya dahil oldular.

“Demek ki” diyordu Zimbardo, “ilk camın kırılmasına ya da çevreyi kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz.”

Şimdi niye o banka öyle oturduğumu anladım. Ve benim olmayan suça nasıl da kolayca katılabildiğime, hatta onu çoğalttığıma şaşırmadım. Ayrıca benden önceki suçların hepsinin hesabının bana sorulmuş olması da gerekiyormuş.

Yeni bir deste oyun kağıdı aldığınızda kağıtlar sıralıdır. İlk karmanızdan sonra kağıtların sırası bozulur. Peki sırası karışık bir desteyi alıp kardığınızda sıralı hale gelir mi? Muhtemelen hayır.. Üzerinde hiç kafa yordunuz mu bilmiyorum ama evren gerçekten düzensizliği seviyor ve özel bir çaba harcamazsak her sistemi düzensiz hale getirmek için elinden geleni yapıyor. Ludwig Boltzman’ın ortaya koyduğu termodinamik kanununa göre entropi herhangi bir sistemin evrenle birlikte düzensizliğe olan eğilimi demek. Peki entropiye karşı gelerek kurduğumuz sistemleri korumak için ne yapmalıyız?

Amerika’da, şehir merkezindeki bazı binalar gayet iyi durumdayken bazılarının harabe durumunda olmasının gerekçesini bulmak için yapılan araştırmalar ilginç bir tetikleme mekanizmasını ortaya çıkarmış. Bir bina nasıl harabeye döner?

Cevap: kırık bir cam ile. Uzun sayılabilecek bir süre boyunca kırık kalan bir cam belli bir süre sonra bina sakinlerinin bilinç altında umursamama etkisi yaratıyor. Daha sonra bir cam daha kırılıyor, binanın boyası dökülmeye başlıyor, birisi sprey boyayla yazılar yazıyor ve bir bakmışsınız ki binanın eski halinden eser yok.

Kırık cam teorisi New York ve diğer büyük şehirlerin polis departmanları tarafından da farkedilmiş ve düzensizlikler henüz küçükken çözüm bulunması (kırık camların onarılması dahil) sorun büyüyünce uğraşmak yerine tercih edilen yöntem olmuş. Bu sayede suç oranlarında önemli düşüş gözlenmiş. “Suçlarla mücadeleyi nasıl başardın” sorusuna New York’un efsane Belediye Başkanı Giuliani’nin cevabı şöyle olmuştu:

“Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırılsa, o camı hemen tamir ettirmezseniz, çok kısa sürede, oradan geçen herkes bir taş atıp, binanın tüm camlarını kırar. Ben ilk cam kırıldığında hemen tamir ettirdim. Bir elektrik direğinin dibine ya da bir binanın köşesine, biri, bir torba çöp bıraksın.

O çöpü hemen oradan kaldırmazsanız, her geçen, çöpünü oraya bırakır ve çok kısa bir sürede dağlar gibi çöp birikir. Ben ilk konan çöp torbasını kaldırttım.”

Bir sokağın suç bölgesine dönüşme süreci önce tek bir pencere camının kırılmasıyla başlıyor. Çevreden tepki gelmez ve cam hemen tamir edilmezse, oradan geçenler o bölgede düzeni sağlayan bir otorite olmadığını düşünüyor, diğer camları da kırıyorlar. Ardından daha büyük suçlar geliyor; bir süre sonra o sokak, polisin giremediği bir mahalleye dönüşüyor.

Bunu anlayan New York polisi, önce küçük suçların peşine düşmüş. Metroya bilet almadan binenleri, apartman girişlerini tuvalet olarak kullananları, kamu malına zarar verenleri, hatta içki şişelerini yola atanları bile yakalayıp haklarında işlem yapmış. Polis bu kararlılığıyla “Küçük müçük, bizim için hiç fark etmez; bu sokağın, metro istasyonunun veya mahallenin suç üreten bir bölge olmasına izin vermeyeceğiz” demiş. “

Bunları niye mi anlattım? Kalbimizde ucundan kıyısından kırılmış camlar taşıyoruz sürekli… Ruhumuzun başköşelerine ilk başta önemsiz gözüken, laf etmeye değmez çöpler bırakıyoruz her gün. Küçük küçük günahlar, minik minik hatalar camı kırık araba gibi diğerlerini de camları kırmaya, kapıları çerçeveleri indirmeye teşvik ediyor. Pişmanlığımızı fırsat bilip ortadan kaldıracak kadar ciddiye almadığımız “çöpler”imiz, sürçmelerimiz, kötülüklerimiz, ayıplarımız, kokuşmuş çöp dağlarına, kötülük yığınlarına kapı aralıyor. “Böyle gelmişse, böyle gider” diye kendi kendimizi ağır veballer altında ezdirdikçe ezdiriyoruz.

Kırık camın oradaki varlığı, diğer camların da kırılabileceğine dair bir haklılık üretir içimizde. Çöpün bizden önce oraya atılmış olması, oraya çöp atmanın bir alışkanlık olduğunu söyler bize. Çok geçmeden biz de o alışkanlığa alışır, alışık olunanı yapmakta haklı görürüz kendimizi. Cam ilk kırıldığında hafife alırsak, ağırlaşır cam kırıkları. Çöp ilk atıldığında umursamazsak, umursamazlığımız bir çöp dağını besler.

Tam da “hafife almakla” açılan, “umursamazlıkla” genişleyen bir “yol(suzluk)”u tarif eden sûre’nin (Mutaffifîn) berceste ayetinin konusudur “cam kırıkları teorisi”: “Yapmaya alıştıkları kötü işler, gitgide kalplerini paslandırdı.” (Mutaffifîn, 83/14).

Bir de aynı ayeti yorumlayan Efendimiz’in [asm] küçümseyerek/hafife alarak ilerlediğimiz yol(suzluk)u tarif edişine kulak verelim: “İnsan bir günah işler ve onu tevbe ile silmezse, kalbinde bir leke olarak kalır. Eğer tevbe ederse kalbi yine parlar. İkinci bir günah işlediğinde ise o leke büyür. Ve kalb günah işleye işleye öyle bir kararır ki, bütün kalbi ele geçirir.”

Bu yüzden galiba… “Günah insanı kâfir yapmaz ama istiğfarsızlık küfre götürebilir” imasında bulunur Said Nursî. “Her günahta küfre giden bir yol var”sa, ilk “cam kırığını” onarmamaktandır bu. Masum görünen her hata, her günaha yaklaşış, bir büyük günaha doğru sürüklüyorsa bizi, ilk atılan çöpü kaldırmamaktandır bu.

Senai Demirci /Hakan Eren

loading